Seyrimde Bir Seyranî

Aralığın ilk haftası.
Kış, koşumlu beyaz atlar gibi Erciyes’in tepesinden Develi’ye indi. Muhteşem kar yağışına eşlik eden celalli bir rüzgar iki gündür göz açtırmaz bir tipi, teslim aldı sokakları. Öfkeli çocuklar gibi ağaçları kökünden salladı durdu geceler boyu.
Sanırsınız ki, evlerin çatılarına rüzgardan bir adam çıkmış yıkıp, dağıtıyor çatıları, bacaları. Buna rağmen yollar beni çağırıyor. Fakat, kapanmış; Tekir yaylası da geçit vermiyormuş.
Olsun. Varsın vermesin, Şair Seyrani’nin nabız nabız attığı, mızrap mızrap dillendiği topraklardayım. Elimde bir divan bu rüzgarlı gecede yalnız değilim.
Odam, bir çam ağacı bahçesine nazır. Pencereden dışarıyı seyrederken bir karaltıya takılıp kaldım. Benim onu farketmemle içsel bir yolculuğa başlamam aynı zamanda oldu. Başında bir eski zaman şapkası, omuzunda bağlaması, ayağında bunca soğuğa rağmen çarığı. Rüzgar sanki ona, hiç dokunmadan esip geçiyordu. Evet o’ydu. Seyrani!... Ta kendisi.
Şimşek hızıyla kar, rüzgar, soğuk; yol, uzaktaki hayal; şiir, divan, Seyrani... derken yolculuğum başladı bile. Tipiye rağman hem de. Belki bir savunma, bir ödünleme ya da çıkış yolu diyebiliriz. Velhasıl, bir “rağmenlik hali”.
Yolculuk...
Eskiler seyr-ü sefer demişler. ”Seyir” ve “sefer” gibi iki kelimenin oluşturduğu ahenkte siz de kervanların aheste aheste gidişini duyuyorsunuz değil mi? Usulca heceleyerek söylediğinizde de kademini yere sağlam basan yolcuların ağır ağır gidişini... Ben de öyle yürüyorum; sararmış Divanı’nın yaprakları arasında.
Seyrani ile hasbihalimiz var, muhbbetimiz var bu tipili gecede. Öyle demiyor muydun Seyrani: ’’Diken güle vermez zarar.’’ Kış neylesin bize gönül dostu bulunca... Kar, tipi neylesin bize? Var mı ki muhabbet ocağından kaçmak isteyen?
Şiirlerin deryasına kanatlanarak gitmek, elbette benim masal seven çocuk yanımın tercihi. Açık bıraktığım kapıdan kar tanelerinin bana eşlik etmesine müsade de edeceğim. Gelsin adım süre... İzleri kapatsın. Kaybolmayı sevdiğimi nerden bilecek.
Birdenbire bir eski zaman odasındayım. Seyrim içre bir ozan gam döküyor sedire. Ocağa henüz atılmış odunun aceleci yanışına eşlik eden bir rüzgar uğultusu. Mest oluyorum. Masal sarısı bir kış gecesi. Bir ozanın dizinin dibinde bin yıllar söylenecek şiirler dinlemenin bahtiyarlığı.
Yalnızlık, bir kelimedir, edebiyat severler için. Aklının duvarında karanlık değil, bir kütüphane vardır. Bir kütüphanede şairler, yazarlar, ozanlar; sözler, hikmetler, sırlar... sıralıdır.
Bu soğuk nefesli kışın, deli poyrazın estiği demde Seyrani bir ocağın başında bağdaş kurmuş bin yıllık şiirlerini söylüyordu. Evet yazılmaz şiir, söylenir ibtida. Sonra kağıda geçilir, söz uçar yazı kalır zira.
Ateşe baktı, pencereye vuran kar tanelerine... Dedim ey Seyrani bir şey söyle, yanan ateş, yağan kar üstüne.
Üzerimden güneş doğup aşıyor
Eriyip kar gibi bahtım üşüyor
Gönül tandırında bir aş pişiyor
Yanan ciğer midir, yürek mi bilmem
Seyrani neden ağlar gezersin :
Aşkın derdine düşeli
Mecnunum dağlar gezerim
Katram kaynayıp coşalı
Sel oldum, çağlar gezerim
Madem böyledir Seyrani devran ne devrandır ?
Âlemde bir devir dönüyor amma
Devr-i İngiliz mi Frenk mi bilmem
Halli kolay değil, pek güç muamma
Zâlim zulmü göğe direk mi bilmem
Bir yol gösterir misin yüreğimize, bir hudut çizer misin Seyani? Şu yıkık burcumuzu nasıl tamir edelim, ne düşünelim ne fikredelim ki, azalsın acımız? Var mıdır hikmet deryasından sunacağın bir inci?
Kalbini geniş tut sıkma Seyranî
Rıza-yi Bâri’den çıkma Seyranî
Gönül beytullahtır yıkma Seyranî
Elinden gelirse imâret eyle
Yüreğinin aynasını avucuna aldı. Kırıktı.
Dedim: kim imar edecek masumların yüreğini?
Dedi: kırık kalbin ustası, Allahtır.
Madem öyle dersin, derken inanır da söylersin. Her mısra gönül rehberidir. Söyle ki Seyrani, insanlara nasıl davranalım, dikkat edelim nasıl ?
Bilmediğin nâsa olursan kefil
Acını kesemez tarçın zencefil
Düşer itibardan olursun sefil
Cürümlerin süt kardeşi kefalet
Örtülmüşü açma, açığı örtme
Er isen Seyranî bir can ürkütme
Hasisin, bahılın gayretin gütme
Sonradan görmüşten alma emanet
Ey Seyrani insanın kendini bilmesi, emin durması ne güzeldir. Başların sadece Allah'a eğilmesi, avucun Hüda'ya açılması çok yerindedir. Ne vardır senin şu yürek tasında elif gibi dosdoğru yaşarsın ?
Mesnedim yok azlim kaygu çekeyim
Ustabaşı gibi ölçüp dökeyim
Evvel ahır bir kurbanlık tekeyim
Vakti gelsin bıçağını çal bana
Sevdiğin güzeli anlatır mısın, kimdir nerelidir boyu kademi nedir?
Everek şehrinde bir güzel gördüm
O da düşmüş bir kötünün eline
Ya sonra ....
Yüzyüze geldim günlerden bir gün
Cennet'ten etmişler dünyaya sürgün
Kötüye düşmüş de gönülü kırgın
Hayran oldum tatlı güzel diline
Hem övdün aşkı sevdayı, hem dedin ki Seyrani:
Evvel giymez iken ipek mintanı
Geyersin eğnine çul yavaş yavaş
Feragat kıl bırak aşk ü sevdayı
Olma bir dilbere kul yavaş yavaş
Ezelden, kalu beladan mıdır bu sevda sana? İnsana ne zaman işlenmiştir bu nakış, yüreğe ne zaman ünlemiştir bu seda?
Ezelde her kısmet verilir iken
Âşık olsun dedi cânan bizlere
Ruhlar bir araya derilir iken
Aşk nasip eyledi Subhan bizlere
Yaşarken ölmek nedir, nedir vaz geçmek ?
Her âşık içtiğin hayat sanırlar
Her meclisi avlu, hayat sanırlar
Ben memat olsam da hayat sanırlar
Sağlığında girdi Seyranî sine
Senin de paylaşamadığın bir kozun var mı felekle, var mıdır alamadığın?
Kırkbirinde her hevesim yitirdim
Kırkbeşinde bağdaş kurup oturdum
Ellisinde göçüm çeküp götürdüm
Vâdesi yetmişe döndürdün felek
Âşık Seyranî’yi yakıp yandırıp
Hak'kın rahmetinden verip kandırıp
En sonunda Azrail'i gönderip
Beni doğmamışa döndürdün felek
Pencere aralığından giren rüzgar, duvardaki gaz lambasının alevini titretti. Ritmini unutan bir rakkase gibi sarsıldı. Saatlerdir oturduğumuz odadaki her şey sanki yaşıyor gibiydi. Duvar dibinde suyunu dinlendiren testi, yerdeki kilime işlenmiş her nakış, ocaktaki ateş, duvar halısı ve nice misafire mihman olan o uzun sedir... Eşyalar yılların tanığı gibi, bir soru sorsanız anlatacaklar sanki her şeyin cemaziyel evvelini...
O tipili gecede divanın yaprakları arasında yürüyüşüm, seyr ü seferim sabaha kadar sürebilirdi. Sesin ve kelimelerin çok da önemli olmadığı o anda, pencere kıyısında uzun zaman hareketsiz kalmam oda arkadaşımı meraklandırmış olmalı ki;
---Çay içer miyiz? dedi .
---Çay?.. Elbette, hiç reddetmem.
Merakla, elimdeki kitabı aldı incelemeye başladı sayfaları. Kimbilir, şiirler arkadaşımın da elinden tutup, ocağın başına, Seyrani’nin dizinin dibine kadar götürecekti.
Kaynayan suyun sesi, henüz uyandığım bir eski zaman uykusundan sonra duyabileceğim en güzel sesti.
Çayımı alıp yine o pencereye geldim.
Bir soğuk rüzgar karla dolduruyordu çarık izlerini.