Bilge Khilon düşmanı olmadığı için övünen adama ’dostun da yok mu?’ diye sormuş.Düşman deyip de geçmemek lazım, üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir mevzudur. Korkmalı mı korkmamalı mı? Eğilip incelemeli enine boyuna.Hatta düşman deyip de geçmemeli ?Dostun neden dost olduğunu bilir, anlarız; düşman neden düşmandır düşünülesi gelir bana?Yaptığımız etütler sonrası göreceğimiz sonuç, görmeyi beklediğimizin tam aksi durum olabilir mi ?Keşke düşmanım olmasaydı demek bir kazanç gibi görünse de bir kayıp mıdır?...Şeklinde düşüneduralım. Su kadar lazımdır dersem, erken mi konuşmuş olurum bilemiyorum?Dostu terazinin bir kefesine düşmanı bir kefesine koyduğumuzda, ölçülü ve tutarlı hayatın dengelerini kurmayı başarırız, dersem ’hadi canım sen de’ demeye başlarsanız biraz haklı sayılabilirsiniz, fakat söyleyeceklerimin henüz dibacesinde olduğumu bir kez daha hatırlatıp yoluma devam edeyim.Zıddıyla kaim olan bir dünyada siyahın yanında beyaz, korkunun yanında eminlik, güzelliğin yanında çirkinlik, gecenin ardında gündüz, dostun yanında düşman… sıralamasını devam ettirebiliriz. Bu denge halini kimse yadırgamaz. Fakat insan karanlıktansa aydınlığı, korkudansa eminliği, düşmandansa dostu tercih etmekte de haksız sayılmaz. Ne var ki tercihimizi diğer tarafa kullandığımız halde neden diğerini seçtiğimizin sebebini bilsek de, görmeyi bile istemediğimiz halde gelip gelip çarptığımız korkunun, siyahın, düşmanın hayatımızın bir parçası olduğunu kabullenmekte zorlanırız. Bu konuya dair durup düşünmeyi erteleriz? Oysa düşmandan, korkulardan bir yarar sağlayabileceğimiz hiç aklımıza gelmez. Ezberletilmiş bir çizgi üzerinde yaşayıp giderken, sorgulama ihtiyacı bile duymayız.’Düşman işte adı üstünde, tabire ihtiyaç var mı?’ deme lüksümüz yok aslında.Neden mi?Kartaca yıkılıp Yunanistan‘a boyun eğdiğinde insanlar artık Roma egemenliğinin bütün tehlikelerden uzak olduğunu düşünür. Calvus’un oğlu Cornelius Scipio Nasica çıkar meydana ve şunları haykırır: ’’Asıl şimdi tehlikedeyiz. Çünkü bize korku ve utanç uyandıracak hiçbir rakip bırakmadık kendimize.’’Ateş ve su ilk insanların en büyük korkusuydu. Vahşi hayvanlardan kaçmak yerine zamanla onları ehilleştiren, kendi yararına kullanmayı akleden insan, daha sonra ateşe hükmederek en lezzetli yemekleri yapmayı, karanlığı aydınlatmayı başardı. Deniz suyunun tadı berbattır fakat gemi yaparak üzerinden aşmayı da öğrendiler. Düşman gibi görünenin yaratılış, varoluş sebebini çözünce nimete dönüştü.Öyleyse düşmansız bir dünya tasavvur etmek çok acemice bir temennidir diyebiliriz rahatlıkla. Beni her an gözetleyen, kusurumu bulmaya çalışan, ilk fırsatta kınayan, kıskançlığı ve kazdığı kuyularıyla uğraşmak zorunda kaldığım birileri olmasa daha iyi değil mi dersem, daha büyük daha anlamsız bir cümle kurmuş olurum.’Düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın”’Gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın’diyen bir akıl, nasıl bakmıştır ki düşmana görüntüde ‘’hadi canım sen de!’’ derken yavaş yavaş ‘’acaba nedir bu mısraların sebeb-i hikmeti?’’ diye durmamak olur mu? Olmaz.Bütün merakı ve elindeki merceği ile yakın plan bizi seyreden sevgili düşman sayesinde, biz daha dikkatli daha kendinden emin daha tutarlı bir yaşam kurma istikametinde akıllıca yürümeye başlarız.Az hata başarılı ve mutlu bir hayatın anahtarı değil midir?’’Ulu ağaçlar fırtınalı bölgelerde kök salar’’ diyen Cemil Meriç ne kadar da haklı. Sürekli eleştirilen, sürekli açığı aranan insan zaman içinde daha titiz daha dikkatli olmayı prensip ediniyorsa bu sevgili düşman sayesinde değil de nedendir?Üretkenliğimizi ve azmimizi ateşleyen, daha ahlaki ve erdemli insan olmanın yolunu açan düşman elbette su gibi faydalıdır ve hava kadar gereklidir.İhmalci ve tembel yönlerimizi bize fark ettiren ve bizim daha ihtiyatlı daha çalışkan olmamızı sağlayan muhalif taraf olmazsa ne yapardık?Düşünün onların hafızasında size ayrılmış alan bir hayli genişken, dününüzü sizden daha iyi hatırlayan o muhteşem! hafızayı önemsememek çok ayıp çok.Ölçülü bir yaşamı dostlarımızdan değil onlardan öğreniriz. Ne şeker öğretmendirler kendileri…!Bize düşen, düşmandan daima farklı olmaktır. Bu farkı bu duruşu istikrarlı bir biçimde, tabir yerindeyse titizlikle uygulanan bir diyet listesi gibi uygulamaktır. Onun silahı ile silahlanmak, edebin en güzelini edepsizden öğrenen Akif gibi hikmetle bakmak lazım.Zayıf gözler nasıl ışıktan rahatsız olursa, yapılan eleştiriden mutsuz olmamayı asıl mesaja ulaşmayı başaranlar Yunus Emre misali yaratandan dolayı yaratılanı hoş görebiliyor.Hoş görmek elbette onaylamak değildir. Var oluş sebebini ve çirkin hareketinin neden kaynaklandığını anlamaktır. Çok da dert etmeden kederlenmeden maksadı sezmek denklemi çözmektir. Sırrı anlayan sükutla tebessüm eder öfkelenmez, üzülmez. Teşekkür etmek garip gibi görünse de düşmanlarım sayesinde aldığım mesafe dostlarımla yürüdüğüm yoldan daha fazladır.İyi ki varlar, hep var olsunlar. Allah eksikliklerini göstermesin.Tebessümle….
Canan Köksal | 26/06/2017
1 Yorum | 958 okunma | 0 beğeni