aralık kapı eşiğinde
aralıksız yağan
yağmur altında
eskimesin diye giymediğim
ve ben giymediğimden hiç eskimeyen
gülmeyi huy edinmiş nar ağacı ile
ağlamayı bilmeyen ayvanın masalıymış bu
kuş olmaya hevesliymişim
cıvıl cıvılmış sesim
gökyüzünün mavisi henüz kirlenmemiş ve kırılgan değilmiş umutlar
yaşmağı kekik kokan merhamet
eteğinde solmayan çiçekler yetiştirirmiş dört mevsim dört mevsim derede yıkanırmış o çiçekler
gelirmiş uzaktan namaz çıkışı ağır ağır
cepkene iliştirilmiş köstekli sabır
ve körüklü bir çift çizmeyle
yüreği tam işiten kulağı sağır ulu dede
koşarmışım dolaşa döne
çocukluk işte takılıp sevincime
düşermişim ayakları dibine
sımsıcakmış sarılışı
acımı dindirirmiş kucağı
ellerinin içi nasır
ellerinde saklıymış sır
ellerinin yaşı sanki üç asır
öpüp başıma koyarmışım
saçlarımı okşarmış sekiz köşeli mertlik
tebessüm eşliğinde akarmış avuçlarıma su gibi cömertlik
yüzünde veremli bir kahır ah ki ah
bugün canımı en çok o kahır acıtır
&
geçmez içim
geceleyin suyu ürperten ağıt sandallarının ipini çözer dilim
kederlenirim
bir ah daha çekerim
kendi kuyumdan çok şükür
unutulduğum masalda ağlamıştım en son için için
kıyısında kuğuların yüzmediği
iki durgun göl şimdi gözlerim
hicran aydın akçakaya