Erkek milletinden ve hemcinslerinden ve de ailesinden akla gelebilecek bütün kazıkları yemiş, üstüne üstlük bir karış göbek altı saldırılara uğramış ve uğratılmış “Kadın çantasından kuru bir mont çıkarıp ıslak kazağının üstüne giydi. Kapüşonunu başına geçirdi. GECENİN KARANLIĞINDA ERKEK GİBİ GÖRÜNÜRSE, TEHKİLEKLERDEN KORUNACAKTI.” Haykıra haykıra ağlıyordu.
O güzel kadının öfkeleri sert, dediğim dedik sevgisiz otoriter bir baba ile kayıtsız bir anneden başlıyordu.
Tutucu, ezberci dindar, tozlanıp kurtlanmış fakat yaptırım gücü daha sürüp giden göreneklerin tutsağı olmuş ailenin, her alanda sürekli sertçe frenlenip baskılanan ve korkutulan eğitimli güzel kızları istediğiyle evlendiğinde, bilinçaltına kök salmış korkularla vajinal kasları etten beton bir duvara dönüşecekti kocasına karşı.
Pasif ve korkak tutucu annenin mızmızları, her davranışında höt diyen babanın korkutmaları, o büyülü zirve anında vajina kaslarının aniden kasılmalarını emreden bir dijital uyarıya dönüşecekti.
Her sayrılığın tıbbî tedavisi genellikle olasıdır. Sevgi yetiyor muydu?
Yo hayır, Yazar Nur Türk nezdinde kadın “Sen hayatında hiç kadın oldun mu?” diye sorarken, dişilik, işve, cilve, cinsel cazibe ve nemfomatik çekimler bu sorunun tam yanıtı değildi. Elbette romanda doğal, teğet ve tali bir önemli sorun olarak istemeden yanıtlamalardan yalnızca biri olarak ortaya çıkıyordu.
Çok görülen böylesi durumlarda erkek, neden kendi eşinden daha çirkin ve kalitesiz; fakat cilveli, çıkarcı olmasına rağmen isterik kadınları tercih ederdi?
Bu aşamada kadının fendi erkeği yendi, olmaktadır. Duygusal şiddet ile canından bezdirilen iyi kadın dul kalıyor, öyle olunca “kadının yüzünün karası, erkeğin elinin kınası” kapsamında zor bir yaşam başlıyor.
Nasıl bir adam o kilitlenmiş tenin kapısını açan anahtar oluyor? İlacı şefkat ve anlayış mıydı?
Cinsellik ile şefkat arasında nasıl bir bağ bulunmaktadır
Yazarın kahramanlar temsiliyetinde araya girdiğinde şu konu çok önemliydi;
“Eğer bir kadın, ruhunun ihtiyacı olan sevgiyi, şefkati, değerli ve ait olma hissini anlamadan, farkına varmadan, ne istediğini bilmeden erkeklerle flört ediyorsa, tehlike kadın için burada başlıyordu. Çünkü çoğu erkeğin aitlik duygusundan kaçtığı ilk şıktır.”
Erkek kılığında ikinci mahluk nasıl da yardımsever ve iyi görünüyordu. Kadının edinebildiği mal varlıklarını sahtekarlıkla silip süpüren, sömüren, sonunda ortada bırakan. Bu dönemeçte Sen Hiç Kadın Oldun mu sorusu, sizler hiç adam olabildiniz mi dolaylı sorusuna net biçimde dönüşüyor.
Ya o en iyi üniversitenin içince sapıtan, döven, hatta kadını ve kızını satmaya çalışan; sonunda da tecavüz ettiren, ruhunun pisliği kırk gün ortada kalmış bir leşin kokusundan beter olan karizmatik profesöre ne söylenir? Kadınlar karizmatik görünen erkeklere çok aldanıyorlar. Kitabı okuyunca o profesör hayattaysa yakalayıp mutlaka dövmek isteyeceksiniz. Eski kocasının arkadaşını bile linç etmek isteyeceksiniz.
Kadın cinayetlerinin giderek arttığı bu dönemde bu romanı okuyunca bir erkek olarak kendimden utandım.
Belki çok yaşanan öykülerdi, fakat Nur Türk anlatımı bu romanı bir başka kılıyor.
Kadın olduğum anlaşılmasın diye kapüşonunu başına çeken kadın, her şeye rağmen nezaketle “Ben kadın olmayı öğrendim, ya siz insan olmayı öğrendiniz mi? diye soruyor. Yine de kadın şefkatiyle soruyor sorusunu, oysa sorunun doğru hali şöyledir:
“BEN KADIN OLMAYI ÖĞRENDİM YA SİZ ADAM OLMAYI ÖĞRENDİNİZ Mİ?”
Roman İnternetten edinilebiliyor.
Reel olaylardan romana aktarılan konular genellikle bilinen kadın sorunları.. Nur Türk'ün algısı, betimleri, bir kadın olarak kadınları her şeye rağmen kayırmadan anlatısı öyle marjinal militanlıklar taşımıyor.
Elma Güzeli, Siyahkara ve söz ettiğimiz üç yapıtı var yazarımızın. Ressam oluşu dolayısıyla da görsel ve psikolojik analizlere yönelir gibi olan anlatısında aynı zamanda yazarın kendisinin de amaçlamadığı şiirsel dokunuşları var. Hayata dair aforizmatik söylemler de yeri geldiğinde can sıkmadan "vay be" diye söyletiyor, altı çiziliyor.
Örneğin "Tanrının yarattğı dünyada bir sıkıntı yok. Sıkıntı insanların doymak bilmeyen nefisleriyle yarattığı dünyadaydı. Mutluluğun, huzurun paranın satın alamayacağı değerlerde olduğunu fark edene kadar, huzur yoktu bunu bilmeyenlere"
"Günler peş peşe acelesi varmış gibi geçip gidiyor.
Düşünceler avuntu makamında ıslık çalıyor hep. Yaşam tatsız tuzsuz bir hasta çorbası gibi oluyor.
Aşk, ten ve kalbe dokunmak arasında gidip gelir. Önce tene dokunmak isteyenlerin aşkı şehvete ve menfaate dayalıdır."
Bütün bunlar yazarın kendi fısıltıları.
Roman bitince erkekler bile kirli ruhlu erkekleri dövmek için sokağa çıkıyorlar.
Fakat kadınlar da ruhunu tanımadan bir matah sandıkları karizma görünen erkeklere aldanmayacaklar artık.Gönüllerinin ikizi Küstürülen beyefendileri aradıklarında vakit çok geç oluyor çünkü.
.
RAMAZAN TOPOĞLU