Zarfların kağıtların bölüp durduÄŸu uykularım sona ersin diye, yazıyorum sana. Sonuncusunu göndermemiÅŸtim, onu da gönderiyorum. Gerçi biliyorum cevap alamayacağımı ya, olsun.
Alışkınım seni yazmaya, kalem yönünü kendiliÄŸinden buluyor. İklimlerden hangisi, saat ÅŸimdi kaç, kalabalığın arttıkça nasıl ıssızlaşıyorsun biliyorum.
Babanı dinleyip burada mı kalsaydın acaba? Sana donanımlı bir muayenehane açabilirdi. Ama sen tıp okumaya da herkese raÄŸmen karar vermiÅŸtin deÄŸil mi ya? Baban mimar, annen resim öÄŸretmeni olmanı isterken sen tıp okuyup doktor çıktın.
Bu çıkmak ifadesine kızdığın anları anımsıyorum. Doktor çıkmak ta neymiÅŸ deyip bir sürü dil kuralı anımsatırdın. Hep severdin edebiyatı. Kitap fuarlarını takip etmek uÄŸruna, vizelerini kaçırmıştın bir senesinde.
Çorabın kaçmış buradan görebiliyorum. Oje ararsın sen ÅŸimdi, o da çantanın saÄŸdaki gözünde. Hiçbir ÅŸeyin yerini deÄŸiÅŸtiremediÄŸini, alışkanlıklarından vazgeçemediÄŸini, her ÅŸeyi aynı sevdiÄŸini biliyorum. Uçarı bir kız sanırdı herkes seni. Oysa olgunluklar katılırdı yaÅŸamına günbegün.
Bacaklarına bakmama hep kızardın. Ama bu mümkünsüzdü. Çünkü ben senin bacaklarında yalnızca bir kadın teni deÄŸil, aynı zamanda taşıyan, yürüten, hızına yetiÅŸilemeyen iki kararlı pırıltı görürdüm. Evet güzel bacakların vardı, evet kimsede yoktu böylesi. Ama yalnızca güzellikleri baktırmıyorlardı beni kendilerine.
Sen aslında nerene baksam kızardın zaten. Korkardın bakışlarımdan. Saçlarına bakardım uzun ve ipeksi saçlarına. İçlerinde kaybolduÄŸum gözlerine bakardım. Ellerine bakardım. GöÄŸüslerine bakardım. Dudaklarına bakardım. Ben sana her baktığımda ruhuna da bakardım.
Çay demlerken seni izlemek ayrı bir keyifti. Hep ocağı açık unutur, çaydanlıkta su kalmayıncaya kadar uÄŸraşırdın. Sevmezdin yemek piÅŸirmeyi. O yüzden yanakların hep keççap mayönez lekesi içinde otururdun akÅŸamları karşıma.
KonuÅŸtuÄŸunda benimle, sır olur saklanırdın derinlerimde. Gece lambasını söndürüp uyumazdan az önce gözün iliÅŸirdi bana. Usulca susardım, izlerdim gece boyu rüyalarına yolculuklarını.
Tek başına valizleri kapatamazdın. Hep yardım isterdin aÄŸabeyinden. O da kıskıs güler, sonra seni valizlerin üzerine oturtup fermuarları çekiÅŸtirirdi yavaÅŸ yavaÅŸ. Herkes severdi seni kızdırmayı. Kızınca baÅŸka güzel, konuÅŸurken baÅŸka güzel, susarken baÅŸka güzel, ama yazarken sen en güzel olurdun.
İki günlük seyahatler için bile türlü elbise götürürdün yanında. Takılarınla salınırken odanda, kim bilir kimler geçip otururdu aklının kuytularına.
Bu sana son mektubum büyük ihtimalle. Yokum artık ben çünkü. Hayli yaÅŸlandım. Birinin beni yere düÅŸürmesini, veya kızıp duvara fırlatmasını beklemeye tahammül edemeyeceÄŸim daha fazla. Bu yüzden eskiciye satılmaya razı olacağım galiba. Metalimi camımdan ayırıp parçalarlar beni sanırım. Sonum kim bilir hangi fabrikanın ham madde tankına kısmet olur bilinmez. Ama sırlarım hep benimle olacaklar. Her hücremde onlar var ve her hücremde en çok sen.
Fırat Avcı